23 Şubat 2016 Salı

10. SINIFLAR TÜRK EDEBİYATI - ŞARKI VE TERKİB-İ BENT

ŞARKI
1. Divan edebiyatına Türklerin kazandırdığı bir nazım şeklidir.
2. Dörder dizelik bentlerden oluşur.
3. Bestelenmek için yazıldığından birim sayısı 2-5 arasındadır.
4. Aruz ölçüsüyle yazılır.
5. Şarkıda bazı dizeler aynen tekrarlanır. Bu tekrarlanan dizelere nakarat denir.
6. Kafiye dizilişleri şöyledir:
aaaA, bbbA, cccA...
aAaA, bbbA, cccA...
7. Şair mahlasını genellikle son beyitte söyler.
8. Bestelenip geniş halk kitlelerine yayılacağı düşünüldüğünden sade bir dille kaleme alınmışlardır.
9. Daha çok aşk, sevgili, içki ve eğlence temaları işlenmiştir.
TERKİB-İ BENT
Gazel biçiminde kafiyelenmiş 5-10 beyitlik şiir parçalarının vasıta beyiti denilen beyitlerle birbirine bağlanması suretiyle oluşturulmuş nazım şeklidir.
1. Gazel biçiminde kafiyelenmiş her bir bölüme hane veya terkiphane denir.
2. Vasıta beyti terkiphane ile kafiyeli değildir. Bu beyit kendi içinde kafiyelidir.
3. Her bentte aynı vasıta beyti kullanılırsa buna terci-i bent denir.
4. Genelde 5-12 bent arasında yazılırlar.
5. Çoğunlukla dini, tasavvufi, felsefi düşünceler gibi temalar işlenmiştir.

10. SINIFLAR TÜRK EDEBİYATI - RÜBAİ VE MURABBA

RUBAİ
Divan edebiyatında temel nazım birimleri beyit ve benttir. Divan şiirinde bentlerle kurulan nazım biçimleri ikiye ayrılır: dört mısralık bir tek bentten oluşanlar ve musammatlar. İşte rubai dört mısralık tek bir bentten oluşan bir nazım şeklidir. Özellikleri şunlardır:
1. Aruz ölçüsünün belli kalıplarıyla yazılır.
2. Kafiye düzeni a-a-b-a'dır.
3. Rubailerde genelde düşünce ve felsefe yönü ağır basan temalar işlenmiştir.
4. Şairler rubailerde mahlaslarını genellikle kullanmamışlardır.
5. Rubai denince akla gelen ilk isim İranlı şair Ömer Hayyam'dır. Türk edebiyatında da Azmizade Haleti, Kadı Burhanettin bu nazım şeklinin güzel örneklerini vermişlerdir.
MURABBA
1. Birim değeri dört mısralık benttir.
2. Birim sayısı 4-8 arasında değişir.
3. Aruz ölçüsüyle yazılır.
4. Hemen her konuda murabba yazılabilir.
5. Şair, mahlasını genellikle son beyitte söyler.
6. Kafiye düzeni genellikle şöyledir: aaaA, bbbA, cccA... ya da aaaa, bbba, ccca...
(Büyük harfler aynen tekrar eden mısraların kafiyesini gösterir.)

22 Şubat 2016 Pazartesi

10. SINIFLAR DİL VE ANLATIM - AÇIKLAYICI ANLATIM

1. Açıklayıcı anlatım, okuyucunun eksik ya da yanlış bildiği ya da hiç bilmediği bir konuda, ona doğru ve yeni bilgiler sağlayarak onu bilgilendirmeyi amaçlayan anlatım türüdür. Açıklayıcı anlatımda anlatıcı, okuyucuyu bir konu hakkında aydınlatmayı ve bilgilendirmeyi temel öncelik olarak belirler. Bu tür metinlerde genellikle bir konuyla/sorunla ilgili niçin ve nasıl sorularının cevapları vardır. Örneğin "buzullar nasıl oluştu?" sorusu bir açıklayıcı anlatım gerektirir.
2. Açıklayıcı anlatımla oluşturulan metin, anlaşılır bir dille kaleme alınması gerekir. Böyle olmazsa metnin oluşturulma amacı gerçekleştirilemez.
3. Açıklayıcı bir anlatımla oluşturulan bir metnin yazarı, metnin kolay anlaşılabilmesi için bazı hususlara dikkat etmelidir. 

4. Metnin kolay anlaşılabilmesi için anlatıcının dikkat etmesi gereken hususlar şunlardır: Anlatıcı yazılış amacını belirlemeli, bilgileri belli bir düzen ve tutarlılık içinde aktarmalı, ele aldığı konuyu bütün yönleriyle ayrıntılı olarak ortaya koymalı ve metnin hedef kitlesini doğru belirleyip metnini buna göre oluşturmalıdır.
5. Açıklayıcı anlatımda dil çoğunlukla göndergesel (bilgi verme) işlevinde kullanılır. Kelimelerin gerçek anlamlarında kullanılmasına özen gösterilir.
6. Açıklayıcı anlatım ansiklopedilerde, gazete haberlerinde, bazı ders kitaplarında, kitap tanıtım yazılarında, makale, deneme, fıkra, eleştiri, gezi yazısı gibi öğretici metinlerde, roman ve hikayelerin bazı bölümlerinde kullanılabilir.

10. SINIFLAR DİL VE ANLATIM - ÖĞRETİCİ ANLATIM

1. Öğretici anlatım, öğrenme amacının gerçekleştirilmesini sağlamak amacıyla oluşturulan metinlerde kullanılan anlatım türüdür. Öğretici anlatımla açıklayıcı anlatım pek çok açıdan benzerlik gösterir. Bu anlatım türleri arasındaki en önemli benzerlik amaç yakınlığıdır. Her iki anlatım türünde de bir şeyleri açıklamak, okuyucuyu aydınlatmak amaçtır. Bu anlatım türleri arasında şöyle bir de fark vardır: Öğretici anlatımda yapılan açıklamalar ve verilen bilgilerle kişide herhangi bir davranış ya da yeteneğin geliştirilmesi ya da değiştirilmesi amaçlanır. Yani metin, açıklayıcı anlatıma göre daha somut beklentilerle kaleme alınır. Dolayısıyla açıklayıcı metinler, okuyucu "bir şeyi bilsin" diye oluşturulurken öğretici metinler okuyucu bir şeyleri öğrensin diye oluşturulur.

2. Öğretici anlatım, açıklayıcı anlatıma göre bilginin daha düzenli verildiği bir anlatım türüdür. Açıklayıcı anlatımda anlatıcı, bilgi verirken öznel davranabilir; olay, durum ile ilgili kişisel düşüncelerini dile getirebilir. Öğretici anlatımda böyle bir durum söz konusu olamaz.
Öğretici anlatımda dil göndergesel işlevde kullanılır. Kelimelerin gerçek anlamlarıyla kullanılmasına özen gösterilir, gerektiğinde üzerinde durulan konuyla ilgili terimlere yer verilir. 
Öğretici anlatım, ders kitaplarında, bir mesleği ya da işi öğretmeyi amaçlayan mesleki yayınlarda kullanılabilir. 

10. SINIFLAR DİL VE ANLATIM - EMREDİCİ ANLATIM

1. Adından da anlaşılacağı üzere bu anlatım türünde anlatıcı, okuyucuya/dinleyiciye bir şeyleri emreder ya da bazı konularda önerilerde bulunur. Okuyucudan bir iş yapmasını, bir eylemde bulunmasını, bir davranışı gerçekleştirmesini ister. Yapılmasını istediği ya da yasakladığı iş, eylem ve davranışların sınırlarını kesin çizgilerle belirler.
2. Emredici anlatım şu tür metinlerde kullanılır: 
kanun, yönetmelik, genelge gibi mevzuat metinlerinde
kullanma kılavuzlarında
yarışma, sınav ve spor müsabakalarında
dinsel buyrukları ifade eden metinlerde
vasiyetnamelerde...

3. Emredici metinler sosyal hayat açısından son derece önemlidir. Okuyucu, bu metinlerde belirtilen kurallara uyarak, yasaklardan kaçınarak sosyal hayatın düzenine katkı sağlar.
4. Emredici anlatımla oluşturulan metinlerde dil çoğunlukla alıcıyı harekete geçirme işleviyle kullanılır.
5. Emredici anlatımla oluşturulan metinlerde açıklayıcı ve öğretici yönler de bulunur.
6. Emredici metinler oluşturulurken "sen", "siz" zamirlerinden, ikinci tekil ve çoğul iyelik eklerinden, emir, dilek-şart, istek ve gereklilik ekleriyle çekimlenmiş fiillerden sıkça yararlanılır.

10. SINIFLAR DİL VE ANLATIM - DESTANSI (EPİK) ANLATIM

1. Destansı anlatımda; tarihi olaylar ve kişiler, heyecan ve coşku uyandıracak şekilde anlatılır.
2. Destansı anlatımla oluşturulan bütün metinlerde olağanüstülüklere yer verilir. Bu durum, destansı metinlerle tarihsel metinler arasındaki en önemli farktır. Ayrıca destansı metinlerde dil şiirsel işleviyle kullanılırken tarihsel metinlerde dil göndergesel (bilgi verme) işleviyle kullanılır.
3. Bir metinde destansı anlatımın olması, o metnin tümünün destansı anlatımla kaleme alındığını göstermez. Bazı bölümler destansı anlatımla bazı bölümlerse diğer anlatım türleriyle kaleme alınabilir.

4. Destansı anlatım, okuyucuda coşku ve heyecan uyandırabilir. Bu bağlamda coşku ve heyecana bağlı (lirik) anlatımla destansı anlatım arasında şu fark vardır: Destansı anlatım "biz", coşku ve heyecana bağlı anlatım "ben" merkezlidir. Destansı anlatımda toplumun tümünü ilgilendiren olaylar ele alınarak milli değerlere sahip çıkma düşüncesi esasken, coşku ve heyecana bağlı anlatımda ise amaç kişisel duygu, imge ve algıların aktarımıdır.
5. Varlıkların gerçekleştirdikleri iş, kılış ve oluşları karşılayan kelimelere fiil denir. Destansı anlatımda kişilerin gerçekleştirdikleri birtakım olaylar anlatıldığından hareket fazladır. Bu yüzden, bu anlatım türlerinde fiiller önemli bir yer tutar.
6. Destansı anlatımda dize, ölçü, kafiye, edebi sanat gibi şiirsel ögelerden faydalanılabilir. 

11. SINIFLAR TÜRK EDEBİYATI - FECR-İ ATİ DÖNEMİ SANATÇILARI

HAMDULLAH SUPHİ TANRIÖVER
İstanbul'da doğan sanatçı Galatasaray Lisesini bitirdi. 
1920-1925 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığı yaptı.
Şiiri bıraktıktan sonraki evrede Halka Doğru, Türk Yurdu dergilerinde(1908-1914) edebiyat ve dil sorunları üstüne makaleler yazdı.
ŞAHABETTİN SÜLEYMAN
"Fecr-i Âtî" topluluğu dağılınca Rebap (1912) dergisini çıkardı. Bu dergide yeni dil akımına karşı yazılar yayımlayarak, dönemin genç şairlerini (Halit Fahri, Faruk Nafiz, Yusuf Ziya) aruz ölçüsünü kullanmaya "teşvik" etti.
TAHSİN NAHİT
Ruh-ı Bikayd adlı şiir kitabı Fecr-i Ati kütüphanesinde yayımlanmıştır. 
Tevfik Fikret'in etkisinde şiir yazan ve bireysel temaları işleyen yazar daha sonra oyun yazarlığına yöneldi.
Kösem Sultan adlı tiyatro eserini Şahabettin Süleyman ile birlikte kaleme almıştır.

11. SINIFLAR TÜRK EDEBİYATI - MERDİVEN

Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,
Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak…

Sular sarardı… yüzün perde perde solmakta,
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta…

Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller,
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller,
Sular mı yandı, neden tunca benziyor mermer?

Bu bir lisan-ı hafidir ki rûha dolmakta,
Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta…

11. SINIFLAR TÜRK EDEBİYAT- AHMET HAŞİM

AHMET HAŞİM
1. 1885'te Bağdat'ta doğan sanatçı küçük yaşta annesini kaybetmiştir. Galatasaray Lisesinde okuyan ve Fransızca öğretmenliği de yapan sanatçı 1933'de hayatını kaybetmiştir.
2. Gençlik döneminde Şeyh Galip, Abdülhak Hamit Tarhan, Tevfik Fikret ve Cenap Şahabettin etkisinde kalmıştır.
3. Dergâh dergisinde yayımladığı "Bir Günün Sonunda Arzu" şiiri büyük bir dikkat toplar ve çeşitli eleştirilere yol açar. Bu nedenle "Şiirde Anlam ve Açıklık" adlı bir makale yazarak şiirde anlam aramanın yanlış olduğunu, "Şiirde anlam aramak, bir bülbülü eti için öldürmeye benzer." sözleriyle savunur.
4. Sembolist akımın etkisinde kalan şair, duyarlı, ahenkli, hissedilmeye dayalı, müzikalite taşıyan şiirler yazmıştır.
5. Şiirin anlaşılmak için değil, ancak duyulmak-sezilmek için yazılabileceğini belirtmiştir.

6. Şiirlerinde akşam saatlerini, güneş batışlarını, grup vakti tabiatın görüntülerini, ay ışıklarını anlatmış içe kapanık, yoğun hüzün ve karamsarlığın hâkim olduğu bir şiir atmosferi yaratmıştır.
7. Şiirlerinde dili ağırdır. Sözcük seçimine, sözcüklerin yan yana gelişindeki uyuma dikkat etmiş, imge ağırlıklı bir şiir dili yaratmıştır.
8. Ahmet Haşim, Türk şiirinde "saf (öz) şiir" anlayışının öncüsüolmuş, bu alanda Yahya Kemal Beyatlı ve Ahmet Muhip Dıranas gibi şairleri etkilemiştir.
9. Şiirlerinde ağır bir dil kullanan Ahmet Haşim, düz yazılarında oldukça sade ve açık bir dil kullanmıştır.
10. Toplumsal ve siyasî konulara ilgi duymamıştır.
11. Şiirleri Piyale, Göl Saatleri; nesir türündeki eserleri Bize Göre, Frankurt Seyahatnamesi, Gurabahane-i Laklakan.

11. SINIFLAR TÜRK EDEBİYATI - FECR-İ ATİ ŞİİRİ

Servet-i Fünûn şairlerinde olduğu gibi Fecr-i Âtî şairleri de şiirlerinde "sanat için sanat" anlayışına bağlı kalmış, şiirlerinde iç dünyalarını, bireysel duygu ve düşüncelerini ortaya koymuşlardır. Topluluğun önemli şairlerinden Emin Bülent Serdaroğlu, yalnızca kişisellikte kalmamış, gür sesli millî şiirler de yazmıştır.
Fecr-i Âtî şiirinin en yaygın temaları genel olarak aşk ve tabiattır. Tabiat da Servet-i Fünûn şiirinde olduğu gibi "tablo" biçiminde ele alınmıştır.
Aruz ölçüsünü ve uyağı şiirde bir ahenk unsuru olarak kullanmaya devam etmişlerdir.
Fecr-i Âtî şairlerinin dil ve üslup anlayışları Servet-i Fünûnculara benzer. Ağır bir dil kullanmaya devam etmişlerdir.
Fransız edebiyatını örnek almışlar, Fransız sembolistlerinden etkilenmişlerdir.

11. SINIFLAR TÜRK EDEBİYATI - FECR-İ ATİ TOPLULUĞUNUN DAĞILIŞI

Fecr-i Ati sanatçıları her ne kadar kendilerinden önceki sanatçıları eski olmakla suçlamışlarsa da edebiyata kendileri de bir yenilik getirememişlerdir. Ortaya koydukları eserler, dil ve şiir anlayışları Servet-i Fünun etkisinde kalmıştır. 
Bunların dışında kendilerini toplumdan tamamen soyutlamaları, çöken bir imparatorluğun siyasi ve toplumsal sorunlarını uzaktan seyretmeleri döneminde hoş karşılanmamıştır.
Dolayısıyla Birinci Dünya Savaşı'na yaklaşılan bu dönemde kaybedilen Balkan toprakları, yokluk ve acı içinde kıvranan bir toplumda, böyle bir sanat anlayışını sürdürmek mümkün olmamıştır.
Sonuçta topluluk, üyelerini sanat anlayışı konusunda serbest bırakmış, böylece kimileri topluluk dışında bireysel bir sanat anlayışıyla eserlerini yayımlamaya devam etmiş, kimileri ise Milli Edebiyat'a katılmış, böylece topluluk dağılmıştır. 

11. SINIFLAR TÜRK EDEBİYATI - FECR-İ ATİ TOPLULUĞUNUN BEYANNAMESİ

1. "Sanat şahsi ve muhteremdir." diyerek sanat eserinin bireysel bir anlayışla ortaya konulmasına, sanatsal değer taşıması gerektiğine önem vermişlerdir.
2. Servet-i Fünuncuları eleştirerek onları "geçmiş" olarak nitelemişler ve eskidiklerini ifade etmişlerdir.
3. Amaçlarının Türk edebiyatının geleceğini yaratmak olduğunu belirterek farklı ve yeni bir edebiyat ortamı oluşturmak istemişlerdir.
4. Batı'daki gelişmeleri ve edebiyatlarını günü gününe izleyeceklerini söylemişler ve Batı'nın önemli eserlerini Osmanlıcaya, Türk edebiyatının da önemli eserlerini Batı dillerine tercüme edeceklerini ifade etmişlerdir.
5. Genç yetenekleri bir araya getirerek fikir tartışmaları ve konferanslar düzenleyeceklerini bildirmişlerdir.

11. SINIFLAR TÜRK EDEBİYATI - FECR-İ ATİ TOPLULUĞUNUN OLUŞUMU

Servet-i Fünun dergisinin 1901'de kapatılması, topluluğun da dağılmasına neden olmuştur. Ancak Servet-i Fünuncuların dağılmasındaki neden derginin kapatılması değil, topluluğun kendi içinde çıkan görüş ayrılıklarıdır. Özellikle de Tevfik Fikret ile Ali Ekrem arasında çıkan şiir tartışması, bu dağılmada önemli bir rol oynamıştır. Böylece derginin lideri Tevfik Fikret, dergiden ayrılarak kendi köşesine (aşiyana) çekilmiştir. Dergi kapandıktan altı ay sonra tekrar çıkarılmaya başlasa da eski heyecan kalmamıştır.

II. Meşruyetin ilanından sonra (1908) değişik edebiyat ve sanat dergilerinde yazan gençler, Şahabettin Süleyman'ın çabalarıyla bir araya gelirler. Amaçları, eskidiğine inandıkları Edebiyat-ı Cedide'nin karşısında, Batı edebiyatı yolunda daha iyi, daha yenilikçi bir edebi topluluk oluşturmaktır. Bu yazarlar kurdukları edebi topluluğun adını Fecr-i Ati (Geleceğin Doğuşu) olarak belirlerler (1909). Yayın organı olarak da yine Servet-i Fünun dergisini seçerler. Dergide kendilerini kamuoyuna tanıtan bir bildiri yayımlarlar. 

15 Şubat 2016 Pazartesi

11. SINIFLAR TÜRK EDEBİYATI - HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR&HÜSEYİN CAHİT YALÇIN

HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR
1864 İstanbul doğumlu olan yazar annesini dört yaşındayken kaybetti. Bu yüzden teyzesi ve büyük annesi tarafından büyütüldü. Kütahya milletvekilliği de yapan yazar 1944'te Heybeliada'da vefat etti.
1. Roman ve hikayeleriyle tanınan yazar, eserlerinde toplumsal eleştirilere çokça yer vermiştir.
2. Halkı eğlendirerek eğitmek amacındadır.
3. Ahmet Mithat çizgisinde ilerlemiştir.
4. Servet-i Fünun sanat anlayışının dışında kalan yazar, öykü ve romanlarında yalın ve akıcı bir dil kullanmıştır.
5. Romanlarında kenar mahalleleri, sıradan insanları gözlem gücüyle oldukça canlı aktarmıştır.
6. Mürebbiye, Şıpsevdi, Şık bazı romanlarıdır.
HÜSEYİN CAHİT YALÇIN
1. Dönemin siyasal yönü ağır basan yazarıdır.
2. Eleştiri yazılarıyla tanınmıştır.
3. "Edebiyat ve Hukuk" makalesi Servet-i Fünun'un dağılmasına sebep olmuştur.
4. Romanları "Nadide", "Hayal İçinde"; hikaye kitabı ise "Hayat-ı Hakikiye Sahneleri" adını taşır.

11. SINIFLAR TÜRK EDEBİYATI - SERVET-İ FÜNUN DÖNEMİNDE ROMAN

1. Dönemin yönetim şekli ve baskısı, sanatçıların toplumsal ya da siyasi konuları ele almalarına izin vermediğinden, bu dönemdeki romanlarda aydın zümre ve onların yaşamları anlatılmış, daha çok bireysel konulara yer verilmiştir.
2. Servet-i Fünun yazarları, romanlarında ağır bir dil kullanarak kendilerinden önce ve sonra gelen edebiyatçılardan ayrılmışlardır.
3. Romanlarda realizm, natüralizm ve romatizm akımlarının etkileri görülür.
4. Hayal-gerçek çatışması, şiir ve hikayede olduğu gibi romanın da ana temasını oluşturmuştur. Bu temaya özellikle Halit Ziya'nın Mai ve Siyah romanı örnek gösterilebilir. Bu temanın dışında yalnızlık, kötümserlik, melankoli, kaçış, dönemin diğer yoğunlukla işlenen temalarındandır. 
5. Servet-i Fünun romancıları, toplumsal çevreyi aile ile sınırlandırmış, bütün olayları bu aile ortamı içerisinde yaratmışlardır. 

11. SINIFLAR TÜRK EDEBİYATI - ROMAN

Roman, en genel anlamıyla, insanların serüvenlerini, iç dünyalarını, toplumsal bir olayı ya da durumu ayrıntılarıyla anlatan, anlatım yolu olarak düz yazının kullanıldığı bir edebiyat türüdür. Klasik tanıma göre romanın başlıca özellikleri şunlardır:
1. Uzundur.
2. Kişi sayısı çoktur.
3. Kişilerin, özellikle de baş kahramanların yaşayışı ayrıntılı anlatılır.
4. Genellikle geniş bir zaman dilimini kapsar. 
5. Olmuş ya da olabilecek olayları anlatır.
Roman türünün tarihi gelişimine bakılacak olursa ilk başarılı örneğini Cervantes'in Don Kişot adlı eseriyle 17. yüzyılda verdiği görülür. Türk edebiyatında ise Tanzimat'tan sonra görülmüştür. Bundan önce roman ve hikaye gereksinimini karşılayan türler halk hikayeleri, mesneviler, meddah hikayeleri olmuştur.

11. SINIFLAR TÜRK EDEBİYATI - TANZİMAT VE SERVET-İ FÜNUN EDEBİYATI HİKAYE&ROMAN KARŞILAŞTIRMASI

1. Tanzimat sanatçıları "sanat toplum içindir" anlayışıyla hareket etmişler, roman ve hikayede toplumsal faydayı gözetmişler; yanlış batılılaşma, batıl inançlar, kölelik, zorla evlendirme gibi temaları işlemişlerdir. Servet-i Fünun sanatçıları ise "sanat sanat içindir" anlayışında olduklarından toplumsal konulara yer vermemişler; yalnızlık, kaçış, bunalım, aşk gibi bireyler temalarda eserler vermişlerdir.
2. Tanzimatçılar dilin sadeleştirilmesi gerektiğini düşündükleri için süslü ve sanatlı bir anlatımdan kaçınmışlar, konuşma diline daha yakın eserler vermişlerdir. Servet-i Fünun sanatçıları ise roman ve hikayede oldukça ağır bir dil kullanmışlardır.
3. Tanzimat dönemi yazarları Batı'nın roman ve hikaye türüyle karşılaşan ilk kuşaktır. Bu yüzden yarattıkları yerli eserler, birçok kusur ve eksiklik barındırır, teknik açısından zayıftır. Ayrıca doğu hikaye geleneğinden de tam anlamıyla kopamamışlardır. Servet-i Fünuncular ise Modern edebiyat yolunda en olgun roman ve hikayeleri yazmışlardır.
4. Tanzimat döneminde mekan İstanbul, karakterler aydın çevredendir. Servet-i Fünun'da da aynı şekildedir.
5. Tanzimat yazarları genel olarak romantizm etkisindedir. Servet-i Fünun'da ise hakim akım realizm olmuştur.

11. SINIFLAR TÜRK EDEBİYATI SERVET-İ FÜNUN DÖNEMİNDE HİKAYE

Tanzimat döneminde Emin Nihat'ın yazdığı "Müsameretname" adlı eserle başlayan modern Türk hikayeciliği, Ahmet Mithat'ın "Letaif-i Rivayat", Samipaşazade Sezai'nin "Küçük Şeyler" adlı eserleriyle devam etmiştir.
Servet-i Fünun döneminde ise hikaye alanında Halit Ziya, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit, Ahmet Hikmet Müftüoğlu gibi sanatçılar eserler vermiştir. Bu hikaye yazarları dili ağır kullanmaları dışında hikaye türüne büyük katkılar vermişlerdir.
Servet-i Fünun dönemi hikayelerinde aşk, ölüm, intihar, kıskançlık, yalnızlık, karşılıksız aşk, ihanet, toplumdan kaçış, hayal-gerçek çatışması gibi konular karamsar bir çerçevede ele alınmıştır. Dönemin şiirine hakim olan umutsuz, karamsar hava, hikayelerinde de görülür.
Servet-i Fünun hikayelerinde genellikle modern ve Batılı bir yaşam tarzı anlatılmıştır. Hikayelere mekan olarak genellikle İstanbul ve İzmir gibi büyük kentler seçilmiştir. Hikayelerin büyük bölümünde mekan kapalıdır, bu nedenle eserlerde daha çok psikolojik tahlillere, kişinin iç dünyasına daha çok yer verilmiştir.


10. SINIFLAR DİL VE ANLATIM - COŞKU VE HEYECANA BAĞLI (LİRİK) ANLATIM

Heyecan, coşku, mutluluk, hüzün gibi daha çok soyut durumların, okuyucuyu etkileyici, duygulandırıcı ve hayran bıraktırıcı bir şekilde dile getirildiği metinlerde kullanılan anlatım türüne "coşku ve heyecana bağlı anlatım" denir. Bu anlatım türüyle oluşturulan metinlerin en önemlisi şiirdir.
Coşku ve heyecana bağlı anlatımla oluşturulan metinlerde iki unsur ön plana çıkar: anlam ve ahenk. Anlam zaten bütün metinlerin özelliğidir. Ahenk ise kelimelerin ses özelliklerine dikkat edilerek oluşturulan müzikli söyleyiştir. Tonlama, vurgu, ritim, ölçü, kafiye ve her türlü ses benzerliği, ahengi oluşturan unsurlardır.

Coşku ve heyecana bağlı anlatımla oluşturulan metinlerde genellikle yoğun (özlü) ve eksiltili bir anlatım vardır. Bunun temel nedeni, bu anlatımla oluşturulan metinlerde az sözle çok şey anlatmanın bir zorunluluk olarak algılanmasıdır. 
Coşku ve heyecana bağlı anlatım, "ben" merkezli bir anlatım türüdür. Bir şiirde dile getirilenler, bir başkasının değil o mısraları yazan kişinin duygularıdır.
Lirik anlatımda dil, "heyecana bağlı işlev"de kullanılır. Kelimeler daha çok mecaz ve yan anlamlarıyla kullanılır. İmgelere (hayali görüntüler) çokça yer verilir. Bu anlatım türü şiirlerde, romanlarda, hikayelerde ve tiyatrolarda görülür.

10. SINIFLAR DİL VE ANLATIM - BETİMLEYİCİ (TASVİR EDİCİ) ANLATIM

BETİMLEYİCİ ANLATIM VE ÖZELLİKLERİ

Nesne, kişi ve mekanların bir anlatıcı tarafından ayrıntılı olarak tanıtılmasına betimleme denir. Kelimelerle resim çizme olarak da tanımlanabilecek betimlemelerin başlıca özellikleri şunlardır: 
1. Betimleme, yalnızca edebiyata özgü bir anlatım biçimi değildir. Güzel sanatların hemen hepsi, özellikle de resim sanatı betimleme anlatım biçimini kullanır.
2. Betimlemede temel amaç, okuyucunun duyularıyla algılayabileceği bir nesne, kişi ya da mekanı duyu organlarını kullanmadan algılamasını; bu nesne, kişi ya da mekanları hayal gücüyle zihninde canlandırabilmesini sağlamaktır.

3. Anlatmaya bağlı edebi metinlerde öyküleyici anlatımla betimleyici anlatım çoğunlukla iç içedir.
4. İyi bir betimleme, ancak iyi bir gözlem sonucunda yazılabilir.
5. Betimleyici anlatımlarda en çok sıfatlardan yararlanılır. Sıfatlar nesne, kişi ve mekanların somutlaştırılmasını sağlar.
6. Betimlemede belli bir sıranın gözetilmesi, yani betimlemenin belli bir düzene göre yapılması, okuyucunun betimlenecek varlığa odaklanmasını sağlar. Örneğin bir kişinin genel özelliklerinden ayrıntılı özelliklerine ya da fiziksel özelliklerinden ruhsal özelliklerine geçilmesi gibi.

BETİMLEME ÇEŞİTLERİ
A) Sanatsal (İzlenimsel) Betimlemeler: Bir durum, olay, nesne, kişi ya da mekanın duyular yoluyla insan üzerinde bıraktığı etkiye izlenim denir. İzlenimsel (Sanatsal) betimleme ise anlatıcının betimlediği varlıklarla ilgili izlenimlerini yansıttığı betimlemedir. Yani yazar varlıklara kendisinde uyandırdığı hayalleri, duyguları ve düşünceleri yansıtır. Varlığı yorumlar.
B) Açıklayıcı Betimlemeler: Anlatıcının, betimlediği varlıklarla ilgili duygu, düşünce ve izlenimlerini yansıtmadığı gördüğünü anlattığı betimlemelerdir. Bu tür betimlemelerde temel amaç bilgi vermek; kişi, mekan ve nesneleri fotoğraf gerçekliğiyle yansıtmaktır.

10. SINIFLAR DİL VE ANLATIM - ÖYKÜLEYİCİ ANLATIM

Bir anlatıcının bir olayı veya bir biriyle ilişkili olayları anlatması ya da nakletmesine öyküleme denir.
Bu anlatım türünde en önemli ögeler şunlardır: Olay, kişi, zaman, mekân, anlatıcı.

1. Olay Örgüsü: Olaylar, başka olayların oluşmasını sağlayıp bir zincire dönüştüğünde olay örgüsü ismini alır. Olay örgüsü, metinde anlatılan olayların özeti olarak da düşünülebilir. Anlatmaya bağlı bir edebi metin, hangi olay örgüsünün üzerine kurulursa kurulsun önemli olan insanı ele almasıdır.

2. Kişiler: Edebi metinlerde kişiler asıl kahraman (baş kahraman) ve yardımcı kişi olarak ikiye ayrılır. Kişiler niteliklerine göre ise tip ve karakter olarak ikiye ayrılır. Tipler, her zaman iyi ya da her zaman kötüdür. Karakterler ise olay örgüsündeki gelişmelere bağlı olarak değişim geçirebilirler.

3. Zaman: Anlatmaya bağlı edebi metinlerde iki tür zaman vardır: Yaşanma zamanı ve anlatma zamanı. Yaşanma zamanı, anlatılan olayların başlamasıyla bitmesi arasında geçen süredir. Anlatma zamanı ise anlatıcının olay örgüsünü görerek anlattığı zamandır.

4. Mekan: Yerlerin başarılı bir şekilde betimlenmesi ve esere uygun olması eserin etkileyiciliğini arttırır.

ÖYKÜLEYİCİ ANLATIMIN ÖZELLİKLERİ
1. Öyküleyici anlatımda bir olayın olması şarttır.
2. Olay, kişiler, zaman ve mekan ögelerine sahiptir.
3. Yazarın amacı okuyucuyu bir olay içinde yaşatmaktır.
4. Olaylar bir anlatıcının gözüyle aktarılır.
5. Roman, hikaye, masal, destan gibi sanat metinlerinde öyküleyici anlatım kullanılır.

Anlatmaya bağlı edebi metinlerde olay örgüsünü, kişileri, mekanları vb.ni yazarın belirlediği bakış açısının elverdiği genişliğe göre görüp okuyucuya anlatan hayali kişiye anlatıcı denir. Yani bu tür metinlerde yazar başka, anlatıcı başkadır. Anlatıcıyı da var eden yazardır. Yazarlar, üç tür anlatıcı bakış açısından biriyle eserlerini kaleme alırlar.

1. Tanrısal (İlahi, Hakim) Bakış Açısı: Bu bakış açısına sahip anlatıcı kahramanların psikolojik durumlarını, niyetlerini, birbirleriyle mücadelelerini, yaptıkları ve yapacakları her şeyi bilir. Kahramanların akıllarından geçenleri dahi bilebilirler. Çünkü metnin anlatıcısı, tanrı gibi her şeyi görür ve bilir.

2. Kahraman Bakış Açısı: Bu bakış açısında olay örgüsü, kişiler, mekanlar vb. metindeki baş kahramanlardan birinin ağzından anlatılır. Anlatacakları kendisinin gördüğü, bildiği, yaşadığı, hissettiği şeylerle sınırlıdır.

3. Gözlemci Anlatıcının Bakış Açısı: Bu bakış açısında anlatıcı, kahraman anlatıcının bakış açısında olduğu gibi eserdeki kişilerden biridir.Aralarındaki fark, gözlemci anlatıcının, olay örgüsünde belirleyici bir rolünün bulunmaması, çoğunlukla olayları gözlemlemekle yetinmesidir. Bu bakış açısında anlatıcı, olay örgüsünü genellikle bir kamera tarafsızlığıyla yansıtır. Gözlemci anlatıcı ne tanrısal bakış açısında olduğu gibi her şeyi bilir ne de kahraman anlatıcının bakış açısında olduğu
gibi olay ve kişileri kendi bakış açısının sınırlılığı içinde anlatır.

9. SINIF TÜRK EDEBİYATI - METİN VE YAZAR

METİN VE YAZAR

Anlatmaya bağlı edebî metinler incelenirken en son metinle yazarı arasında nasıl bir ilişki olduğuna bakılır.
Edebî metni oluşturan, bir insan; edebî metin de bir insan ürünü olduğuna göre metinle yazarı arasında belli bir ilişkinin olması kaçınılmazdır. Metin incelemesinde önce metin, sonra yazar gelir. Yani yazarın yaşamı, dünya görüşü, sanat anlayışı hiçbir zaman yazdığı metnin önüne geçmez.
Yazar, kendi hayatında birtakım olaylara şahit olabilir. Ancak bunları eserlerinde olduğu gibi aktarmaz. Aksi halde ortaya çıkacak eser bir anı veya tarih metnine benzer. Böyle olması ise okuyucuda estetik bir zevk uyandırmaz.

9. SINIF TÜRK EDEBİYATI - ANLAMA VE YORUMLAMA

ANLAMA VE YORUMLAMA

Bir metni yorumlayabilmek için öncelikle o metni anlamak gerekir. Anlamak için de metnin temasını belirlemek, olay örgüsünü çözümlemek, metinle zihniyet ve gelenek arasındaki ilişkiyi görmek gerekir. Metin, okuyucunun bilgi, birikim, görgü, psikolojik durum ve metin çözümleme yeteneğine göre farklı şekillerde yorumlanabilir.


9. SINIF TÜRK EDEBİYATI - DİL VE ANLATIM

Anlatmaya bağlı edebi metinlerde olay örgüsünü, kişileri, mekanları vb.ni yazarın belirlediği bakış açısının elverdiği genişliğe göre görüp okuyucuya anlatan hayali kişiye anlatıcı denir. Yani bu tür metinlerde yazar başka, anlatıcı başkadır. Anlatıcıyı da var eden yazardır. Yazarlar, üç tür anlatıcı bakış açısından biriyle eserlerini kaleme alırlar.

1. Tanrısal (İlahi, Hakim) Bakış Açısı: Bu bakış açısına sahip anlatıcı kahramanların psikolojik durumlarını, niyetlerini, birbirleriyle mücadelelerini, yaptıkları ve yapacakları her şeyi bilir. Kahramanların akıllarından geçenleri dahi bilebilirler. Çünkü metnin anlatıcısı, tanrı gibi her şeyi görür ve bilir.

2. Kahraman Bakış Açısı: Bu bakış açısında olay örgüsü, kişiler, mekanlar vb. metindeki baş kahramanlardan birinin ağzından anlatılır. Anlatacakları kendisinin gördüğü, bildiği, yaşadığı, hissettiği şeylerle sınırlıdır.

3. Gözlemci Anlatıcının Bakış Açısı: Bu bakış açısında anlatıcı, kahraman anlatıcının bakış açısında olduğu gibi eserdeki kişilerden biridir.Aralarındaki fark, gözlemci anlatıcının, olay örgüsünde belirleyici bir rolünün bulunmaması, çoğunlukla olayları gözlemlemekle yetinmesidir. Bu bakış açısında anlatıcı, olay örgüsünü genellikle bir kamera tarafsızlığıyla yansıtır. Gözlemci anlatıcı ne tanrısal bakış açısında olduğu gibi her şeyi bilir ne de kahraman anlatıcının bakış açısında olduğu
gibi olay ve kişileri kendi bakış açısının sınırlılığı içinde anlatır.

9. SINIF TÜRK EDEBİYATI - YAPI (OLAY ÖRGÜSÜ, KİŞİLER, ZAMAN, MEKAN)

Anlatmaya bağlı edebi metinlerdeki olayları birbirine bağlayan unsurlar Olay Örgüsü, Kişiler, Zaman ve Mekandır.

1. Olay Örgüsü: Olaylar, başka olayların oluşmasını sağlayıp bir zincire dönüştüğünde olay örgüsü ismini alır. Olay örgüsü, metinde anlatılan olayların özeti olarak da düşünülebilir. Anlatmaya bağlı bir edebi metin, hangi olay örgüsünün üzerine kurulursa kurulsun önemli olan insanı ele almasıdır.

2. Kişiler: Edebi metinlerde kişiler asıl kahraman (baş kahraman) ve yardımcı kişi olarak ikiye ayrılır. Kişiler niteliklerine göre ise tip ve karakter olarak ikiye ayrılır. Tipler, her zaman iyi ya da her zaman kötüdür. Karakterler ise olay örgüsündeki gelişmelere bağlı olarak değişim geçirebilirler.

3. Zaman: Anlatmaya bağlı edebi metinlerde iki tür zaman vardır: Yaşanma zamanı ve anlatma zamanı. Yaşanma zamanı, anlatılan olayların başlamasıyla bitmesi arasında geçen süredir. Anlatma zamanı ise anlatıcının olay örgüsünü görerek anlattığı zamandır.

4. Mekan: Yerlerin başarılı bir şekilde betimlenmesi ve esere uygun olması eserin etkileyiciliğini arttırır.

9. SINIF TÜRK EDEBİYATI - OLAY ÇEVRESİNDE OLUŞAN EDEBİ METİNLERİ TANIMA VE GRUPLANDIRMA

OLAY ÇEVRESİNDE OLUŞAN EDEBİ METİNLERİ TANIMA VE GRUPLANDIRMA

Olay çevresinde oluşan edebi metinler ikiye ayrılır:
1. Anlatmaya bağlı edebi metinler
2. Göstermeye bağlı edebi metinler

Anlatmaya bağlı edebi metinler Masal, Destan, Halk Hikayesi, Mesnevi, Manzum Hikaye, Hikaye ve Romandır.
Göstermeye bağlı edebi metinler ise Karagöz, Orta Oyunu, Meddah, Köy Seyirlik Oyunları, Trajedi, Komedi ve Dramdır.

Anlatmaya bağlı edebi metinler ile göstermeye bağlı edebi metinlerin ortak özellikleri
1. Her ikisinde de edebi (sanatlı) bir dil kullanılır.
2. Her ikisinde de giriş, gelişme ve sonuç bölümleri vardır.
3. Her ikisinde de yer, zaman ve kişiler vardır.
4. Her ikisinde de bir olay vardır.

Anlatmaya bağlı edebi metinler ile göstermeye bağlı edebi metinlerin farklı yönleri

1. Anlatmaya bağlı edebi metinleri okuyarak anlayabiliriz. Göstermeye bağlı edebi metinleri ise görerek, sahnede izleyerek anlayabiliriz.
2. Anlatmaya bağlı edebi metinlerde parantez içi ifadeler yer almaz. Göstermeye bağlı edebi metinlerde ise parantez içi bilgilere yer verilir.

9 Şubat 2016 Salı

10. SINIFLAR TÜRK EDEBİYATI - BATTALNAME

Seyyid Battal Gazi'ye ait kahramanlık hikâyelerini içine alan bir eserdir. Battal Gazi, 8. yüzyılda Emevilerin Anadolu'da Bizanslılara karşı açtıkları savaşlarda "Battal" (kahraman) lakabıyla ün kazanmış Müslüman bir Arap kumandanı olup asıl adı Abdullah'tır. Bu Müslüman kumandan hakkında söylenen kahramanlık hikâyeleri ve menkıbeler, 11. yüzyıldan itibaren Türkler arasında büyük rağbet görmeye başlamış ve Battal Gazi, gazi-velî hüviyetiyle yüceltilerek destan kahramanı haline getirilmiştir. 

Battalname'de Battal Gazi'nin Anadolu'da Hıristiyanlarla yaptığı savaşlar konu edilmektedir. Bu savaşlarda merkez saha genellikle Malatya yöresidir. Savaşlar İslâmiyet-Hıristiyanlık mücadelesi şeklinde dini bir hüviyet taşır. Cihad ve gaza ruhu kendini kuvvetli bir biçimde hissettirir. Battal Gazi bu savaşlarda bir "evliya" karakteri sergiler. Devler ve caddarla savaşır; okuduğu dualarla büyüleri bozar; ateşte yanmaz; göz açıp kapayıncaya kadar uzun mesafeler aşar; Hızır'la yoldaştır, sıkışık zamanlarda ondan yardım görür. Kâfirleri İslâm'a davet eder, davetini kabul etmeyenleri öldürür. Her savaşın sonunda elde ettiği malı mülkü din uğruna savaşan yiğitlere dağıtır.

Türk gazi tipinin mükemmel bir örneğini aksettiren Battal Gazi, gerek kahramanlığı, gerekse evliya karakteriyle Anadolu insanı üzerinde son derece etkili olmuştur. Bu yüzden de Battalnâme Anadolu halkı arasında asırlarca sözlü olarak yaşamıştır. Ayrıca Anadolu dışında yaşayan Türk toplulukları arasında da sevilmiş, yazılıp okunmuştur. Tamamen Müslüman Türk geleneklerine göre meydana getirilmiş olan Battalnâme'nin yazıya geçiriliş tarihi henüz kesin olarak tayin edilememekle birlikte, eserin 11-11-2. yüzyıllarda Danişmendliler zamanında söylendiği ve Danişmendnâme'nin yazılış tarihi olan 643'ten (1245-46) önce yazıldığı tahmin edilmektedir.

BATTALNAME DESTANINDA TEMA Kahramanlık

BATTALNAME DESTANINDA MEKÂN Malatya ve Harput'tan İstanbul surlarına kadar olan bölgedir. 

BATTALNAME DESTANI DIL ÖZELLIKLERI Battal name nesir halinde kaleme alınmakla beraber içinde bazı manzum bölümler de bulunmaktadır. Battalname üslubu,hatta kelimeleri cümle kuruluşu ile Dede Korkut Hikayelerine benzer. Bu destanlarda Olağanüstülükler, abartmalar, kutsi özellikler vardır.

AŞKAR :Battal Gazi'nin atıdır. Gökten inmiş hatta Kâbe toprağından yaratılmıştır.




11. SINIFLAR TÜRK EDEBİYATI - HİKAYE

HİKAYE TÜRÜNÜN TARİHİ GELİŞİMİ

İlk Çağ Anadolu’sunda masal ve tarihi olayları anlatan eserlerle oluşmuştur. Orta Çağda özellikle Hindistan’da “Binbir Gece Masalları” sağlam bir hikaye geleneğinin varlığını bildirmektedir. Bu gelenek, Arapça’dan yapılan çevirilerle Avrupa’ya masal, efsane, rivayetler şekliyle yayılmıştır. Hikâyeye bugünkü anlamda ilk edebi kimlik kazandıran İtalyan yazar Boccacio’dur. XVI. Yüzyılda yazdığı “Decameron” adlı eseriyle ilk öykü örneğini vermiştir. Rönesans’ın etkisiyle de XIX. Yüzyıl edebiyatının en yaygın türü olmuştur. Bizde, destanlar, halk hikâyeleri , ve masallarla eski bir temeli olan bu tür, XIV. Ve XV. Yüzyılda “Dede Korkut Hikayeleri” ile çağdaş hikâye tekniğine yaklaşmıştır. XIX. yüzyılda Tanzimat’la gelen yeniliklerle birlikte batılı anlamda ilk örneğini Ahmet Mithat Efendi “Letaif-i Rivayet ( söylene gelen güzel şeyler ) adlı eserini yazarak vermiş; “Kıssadan Hisse” ile bu türü geliştirmiş, Sami Paşazade Sezai : “Küçük Şeyler” adlı eseriyle modern hikâyeyi oluşturmuştur. Bağımsız bir tür olma özelliğini ise Milli Edebiyat döneminde Ömer Seyfettin’le kazanmıştır. 

HİKAYENİN TANIMI

Yaşanmış ya da yaşanabilecek şekilde tasarlanmış olayları kişilere bağlı olarak belli bir yer ve zaman içinde anlatan türe hikâye diyoruz.  

HİKAYENİN UNSURLARI

1) OLAY: Hikâyede üzerinde söz söylenen yaşantı ya da durumdur 
2) KİŞİLER: Olayın oluşmasında etkili olan ya da olayı yaşayan insanlardır. 
3) YER: Olayın yaşandığı çevre veya mekândır. 
4) ZAMAN : Olayın yaşandığı dönem, an mevsim ya da gündür. 
5) DİL VE ANLATIM : Hikâyenin dili açık, akıcı ve günlük konuşma dilinden farklı olarak, etkili sözcük, deyim atasözü ve tamlamalarla zenginleştirilmiş güzel bir dil olmalıdır. Anlatım ise: iki şekilde olur Hikâye kahramanlarından birinin ağzından yapılan anlatım “hikâyede birinci kişili anlatım” ; yazarın ağzından anlatılanlar “hikâyede üçüncü kişili anlatım” 

HİKAYEDE PLAN:

Hikâyenin planı da diğer yazı türlerinde olduğu gibi üç bölümden oluşur; ancak bu bölümlerin adları farklıdır. Bunlar: 1) SERİM: Hikayenin giriş bölümüdür.Bu bölümde olayın geçtiği çevre , kişiler tanıtılarak ana olaya giriş yapılır. 2) DÜĞÜM : Hikayenin bütün yönleriyle anlatıldığı en geniş bölümdür. 3) ÇÖZÜM : Hikayenin sonuç bölümü olup merakın bir sonuca bağlanarak giderildiği bölümdür Ancak bütün hikayelerde bu plân uygulanmaz , bazı öykülerde başlangıç ve sonuç bölümü yoktur .Bu bölümler okuyucu tarafından tamamlanır. 

ÖYKÜ ÇEŞİTLERİ

 1) OLAY ( KLASİK VAK’A ) HİKÂYESİ : Bir olayı ele alarak, serim, düğüm, çözüm plânıyla anlatıp bir sonuca bağlayan öykülerdir. Kahramanlar ve çevrenin tasvirine yer verilir Bir fikir verilmeye çalışılır; okuyucuda merak ve heyecan uyandırılır.
2) DURUM ( KESİT ) HİKÂYESİ: Bir olayı değil günlük yaşamın her hangi bir kesitini ele alıp anlatan öykülerdir Serim, düğüm, çözüm planına uyulmaz Belli bir sonucu da yoktur. Merak ve heyecandan çok duygu ve hayallere yer verilir; fikre önem verilmez, kişiler kendi doğal ortamlarında hissettirilir. Olayların ve durumların akışı okuyucunun hayal gücüne bırakılır.
3) MODERN HİKÂYE : Diğer öykü çeşitlerinden farklı olarak, insanların her gün gördükleri fakat düşünemedikleri bazı durumların gerisindeki gerçekleri, hayaller ve bir takım olağanüstülüklerle gösteren hikâyelerdir. Genellikle büyük şehirlerdeki yozlaşmış tipleri, sosyal ve toplumsal bozuklukları , felsefi bir yaklaşımla, ince bir yergi ve yer yer alay katarak, irdeler biçimde gözler önüne serer.